12 Aralık 2010 Pazar

işte gidiyorum

söyleyecek çok şey birikmiştir günün bu saatine.

ama...

samsun ya da rize yazsam gelecekmiş.

ben ne yaparım oralarda.
annem burda yalnız.
bu nasıl bir tercih neyi seçtim şimdi ben hayatı mı ?

üstümden kamyon geçmiş gibiyim. saatlerce ağlamış gibi oysa çok ağlamadım. gözyaşlarım öyle birikti ki vücuduma ağır geliyor. taşıyamıyorum.
uğur gitti bugün. neye ağladım şimdi ben uğur'a mı, anneme mi, kendime mi ?

fırsat bulursam gelirim buraya, ağlarım buraya...

27 Ekim 2010 Çarşamba

son sardunyalar

ben öğretmenim.

bunu herkesten saklamak istiyor gibiyim. nedenini bilmiyorum. meslekte iyice pişmediğim için ya da öğretmenliği meslek olarak göremediğim için. öğrencilik hayatım boyunca delice sarıldığım bir okuma sevdam vardı. nedenleri sosyolojik ya da psikolojik olabilir, neler olduğunu ben bulamıyorum. okulda tebeşir tozu olmaya razıydım.

şimdi tebeşir tozları boğazına yapıştığından bütün kışı hasta geçiren biri olarak ne farkım var öğrenciden bilemiyorum. bütün amatörlüğümle o tozlara tutumaya çalışıyorum.

öğretmen olduğumu unutup bunun keyfini yakalamaya çalıştığım anlarıma denk geliyorum bazen. ya da öğretmenleri olduğum o şaşkın yaratıklara bakıp kendimle övünmeye çalıştığım... dilimde akşamdan kalma oldukça içimden söylediğim bir parça.

işte o zamanlar bir şeylerin tadı geliyor zihnime azar azar. keyifle izliyorum kendimi, çevremde birbirlerini öldürmeye çalışan veledleri, mutsuz hizmetlileri, asık suratlı idarecileri....

evet şaşırıyorlar !

yüzümdeki keyif bütün sıradanlığıyla sıradışı geliyor onlara.

çok komik: geçenlerde bir arkadaşımız bir mimik sahibi olduğu fark etmiş. iki kaşının arasındaki çatıklık artık onun gamzesi.. meslek hastalığı dedik, güldük.

ve son sardunyalar...

mırıldandıkça teselli buluyorum. hikayemde nefes almaya, açmaya çalışıyorum.

mektepli sevgililerdik... nasıl masum söylemiş.

bunu okuyan gerçeğe denk gelen bir yanı var sanır.

oysa hepsi bir teselli. hepsi bizim tutunmaya çalıştığımız masumluğumuza yazılmış senaryolar. kimse yaşayamasa da kimse unutmadı. hep birimiz yaşayacak diye umutla bekledik. hala bekliyoruz.

19 Ekim 2010 Salı

fırat

küçük bir sukaplumbağası fırat. bir yılı geçti bende. hep küçücük. bana öyle geliyor belki de ama cinsi de büyümeyenlerden olabilir.

küçücük cam kavanozun içinde bir hayat sürüyor. arada gözüm takılınca bana az da olsa sorumluluklarımı hatırlatıyor. en çok onunla ilgili olanları. her bir tane yem veriyorum ona. eğer kaçmışsa kavonozunda yemini yiyebilmesi için suyuna atıyorum tutup sonra yeniden kaçabiliyor yüzsüz. suyunu değiştirmem gerekiyor bir de. ilk güznlerde her gün değiştiriyordum, kokar diye korkmuştum. şimdi çok ihmal ediyorum. bana kızamıyor, kalbimi de kıramıyor tabi ben de onu kolayca unutabiliyorum. onu temizleyip pırıl pırıl suyun içinde gördükçe mutlu oluyorum.

bugün ona baktım. güneşe çıkarmayı arzuladım cesaret edemedim. şuursuzca atlıyor kavanozundan...

ona bir şey olmasın. ben ona bakınca güzel şeyler anımsayım hep.

yazarın kendine notu : bir de kedi al, dişini sıkıp biraz para biriktirince de koca balkonlu bir çatı katı ama arada "hadi öldürsene canikom"u hatırla..

sonbahar

evlerin en vazgeçilmez yerleri balkonlar..

istanbul'a taşındığımızda oturduğumuz ev giriş kattı ve çok mendebur bir evsahibimiz vardı. keşke mendebur demeseydim ama çıktı bir kere ağzımdan o da z çektirmedi bize. orda kardeşlerimle hep balkonlu ev hayali kurardık. ve..

bir dört yıl o evde güneşsiz balkonsuz yaşadıktan sonra bizim olan dördüncü katta bolkonlu bir eve taşındık. nerdeyse günün tamamını orada geçirmeye başladım. bir gün orada şahit olduklarımı da yazarım belki..

şimdi başka bir evdeyiz salonu büyük olsun diye balkon feda edildi. yerine çakma bir balkon uydurdu annem çamaşırlar için herhalde yoksa benden etkilendiğini sanmıyorum. artık çok çıkmıyorum balkona. hayatımı evin başka yerlerine odakladım bunu da sosyolojik çıkarımlarla yazarım belki. evdeki mekan analizi...

ve bugün günlerdir kendime zehrettiğim hayatın, sanki benim değilmiş gibi yaşadığım anlarından birinde kendimi balkonda buldum. üşümüyordum !..

sağa sola baktıktan sonra oturdum sandalyeye güneş tam karşımda sevindim desem yeri. o aydınlığa vurdum kafayı mermerin üzerinde neredeyse bir saat kafamı hiç kaldırmadan yattım. uyudum mu bilemiyorum. sokağın sesleri kulağımdaydı kalkıp eve girdiğimde. içim ışımış.

7 Eylül 2010 Salı

...

hani diyorlar ya sözün bittiği yer diye oralarda bir yerdeyim. kimsesizim. kendimi bile terk ettim. çaresizlik nöbetlerine giren, kaybettiği her şeye ağıtlar yakan acı çekmeyi iş edinmiş beni terk ettim tahammül edemiyorum ona. onu dinlemiyorum, her seferinde kulaklarımı tıkayıp sırtımı dönüyorum. biliyorum yavaş yavaş gidiyor benden. herkesten gidiyor sevmeye cesareti olmayan, gücü yetmeyen herkesten bütün eksikliklerini alıp gidiyor.

-her seferinde o da samimi bir vedayla gidiyor.-

bütün izler silindi. yüzler seseler tutulan kısa notlar kek tarifim...

bilgisayarda ne var ne yok her şey silindi. kendime ait pek bir şey kalmasını istemesem de şimdi öfkeyle ağlıyorum. ve bu kaybettiklerimin acısını benimle paylaşacak kimseyi tanımıyorum. o kimseler benden gideli de çok oldu.

şikayet etmekten nefret ediyorum. hayatımda bir kere duygularımı hiçe sayıp bir kenara bırakıp bir sınava hazırlandım. şimdi iptal ediliyor. başa dönüyorum. bir daha toparlayamayacağımı biliyorum. başarısızlık kaderim benim hep öyle oluyor. duygularım para etmiyor, beni her şeyden ediyor.

...

20 Ağustos 2010 Cuma

biri bizi okuyor

yine de iyi saklamışım kendimi yazılarımda. nette yazarken inanılmaz bir set oluşuyor ve kelimelerle oynarken yazmam gereken şeyden hep kaçmayı başarmış oluyorum. içimden de söylememiş oluyorum belki. kimse bilmiyor, ben bile.

mahremiyet güzel şey. bazı şeyleri kendine bile belli bir bilinçsizlik halinde itiraf ederken başkalarının da bunu sizinle aynı zamanda öğrenmesi tehlikeli olabilir. tehlikeden kasıt yaradır.

görmesin kimse daha çabuk iyileşsin.

aslında bu daha profesyonelce yapılacak bir iş belki. evet yazmak denilen şey içinde saklanabilmek büyük yetenek. yazar kendini açıp bize bizi gösteriyorsa ne ala yoksa gerisi hakikaten itiraf.com gibi oluyor.

işte buna ağlanır.

bu bir korkaklıksa buna da susulur.

keyifle başlamıştım yazıya, şimdi suratım asık..

"üslub yok bu yazıda" çünkü yazı karekteri seçilmemiş, çünkü her şey tepeden inme bizde reformlar bir temele oturtulamamış. nasıl anlamazsın!.. demek istiyorum ki dersem her şey silinecek.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

hasretim aynı

"zaman ne de çabuk geçiyor mona"

yaşarken şikayet ettiği şeyleri bile özlüyor insan yaşlanırken ya da insan özlüyor şikayet ettiği şeyleri.

bir pervane bir pervaneye ne demiş.

sakın konuşma biliyorum çocukça, samimi.. ne kadar geride kaldı kim bilir * kim bilir artık kimim ben kime ne kadar yabancıyım ?

arık eğlenmeliymişiz gibi geliyor o samiyetle döktüğümüz yaşlara. hani çocukken öyle saçma şeylere ağlardında milleti güldürürdün. şimdi işte gülen oluyorsun. bu keyif de veriyor ama özlediklerinin adını bile koyamıyorsun. oysa kaybetmeseydin özlemezdin de belki hep ağlardın saçmaca ama açılırdın da. şimdi öyle kapandık, öyle düğüm olduk ki..

la fa la sol !