27 Ekim 2010 Çarşamba

son sardunyalar

ben öğretmenim.

bunu herkesten saklamak istiyor gibiyim. nedenini bilmiyorum. meslekte iyice pişmediğim için ya da öğretmenliği meslek olarak göremediğim için. öğrencilik hayatım boyunca delice sarıldığım bir okuma sevdam vardı. nedenleri sosyolojik ya da psikolojik olabilir, neler olduğunu ben bulamıyorum. okulda tebeşir tozu olmaya razıydım.

şimdi tebeşir tozları boğazına yapıştığından bütün kışı hasta geçiren biri olarak ne farkım var öğrenciden bilemiyorum. bütün amatörlüğümle o tozlara tutumaya çalışıyorum.

öğretmen olduğumu unutup bunun keyfini yakalamaya çalıştığım anlarıma denk geliyorum bazen. ya da öğretmenleri olduğum o şaşkın yaratıklara bakıp kendimle övünmeye çalıştığım... dilimde akşamdan kalma oldukça içimden söylediğim bir parça.

işte o zamanlar bir şeylerin tadı geliyor zihnime azar azar. keyifle izliyorum kendimi, çevremde birbirlerini öldürmeye çalışan veledleri, mutsuz hizmetlileri, asık suratlı idarecileri....

evet şaşırıyorlar !

yüzümdeki keyif bütün sıradanlığıyla sıradışı geliyor onlara.

çok komik: geçenlerde bir arkadaşımız bir mimik sahibi olduğu fark etmiş. iki kaşının arasındaki çatıklık artık onun gamzesi.. meslek hastalığı dedik, güldük.

ve son sardunyalar...

mırıldandıkça teselli buluyorum. hikayemde nefes almaya, açmaya çalışıyorum.

mektepli sevgililerdik... nasıl masum söylemiş.

bunu okuyan gerçeğe denk gelen bir yanı var sanır.

oysa hepsi bir teselli. hepsi bizim tutunmaya çalıştığımız masumluğumuza yazılmış senaryolar. kimse yaşayamasa da kimse unutmadı. hep birimiz yaşayacak diye umutla bekledik. hala bekliyoruz.

19 Ekim 2010 Salı

fırat

küçük bir sukaplumbağası fırat. bir yılı geçti bende. hep küçücük. bana öyle geliyor belki de ama cinsi de büyümeyenlerden olabilir.

küçücük cam kavanozun içinde bir hayat sürüyor. arada gözüm takılınca bana az da olsa sorumluluklarımı hatırlatıyor. en çok onunla ilgili olanları. her bir tane yem veriyorum ona. eğer kaçmışsa kavonozunda yemini yiyebilmesi için suyuna atıyorum tutup sonra yeniden kaçabiliyor yüzsüz. suyunu değiştirmem gerekiyor bir de. ilk güznlerde her gün değiştiriyordum, kokar diye korkmuştum. şimdi çok ihmal ediyorum. bana kızamıyor, kalbimi de kıramıyor tabi ben de onu kolayca unutabiliyorum. onu temizleyip pırıl pırıl suyun içinde gördükçe mutlu oluyorum.

bugün ona baktım. güneşe çıkarmayı arzuladım cesaret edemedim. şuursuzca atlıyor kavanozundan...

ona bir şey olmasın. ben ona bakınca güzel şeyler anımsayım hep.

yazarın kendine notu : bir de kedi al, dişini sıkıp biraz para biriktirince de koca balkonlu bir çatı katı ama arada "hadi öldürsene canikom"u hatırla..

sonbahar

evlerin en vazgeçilmez yerleri balkonlar..

istanbul'a taşındığımızda oturduğumuz ev giriş kattı ve çok mendebur bir evsahibimiz vardı. keşke mendebur demeseydim ama çıktı bir kere ağzımdan o da z çektirmedi bize. orda kardeşlerimle hep balkonlu ev hayali kurardık. ve..

bir dört yıl o evde güneşsiz balkonsuz yaşadıktan sonra bizim olan dördüncü katta bolkonlu bir eve taşındık. nerdeyse günün tamamını orada geçirmeye başladım. bir gün orada şahit olduklarımı da yazarım belki..

şimdi başka bir evdeyiz salonu büyük olsun diye balkon feda edildi. yerine çakma bir balkon uydurdu annem çamaşırlar için herhalde yoksa benden etkilendiğini sanmıyorum. artık çok çıkmıyorum balkona. hayatımı evin başka yerlerine odakladım bunu da sosyolojik çıkarımlarla yazarım belki. evdeki mekan analizi...

ve bugün günlerdir kendime zehrettiğim hayatın, sanki benim değilmiş gibi yaşadığım anlarından birinde kendimi balkonda buldum. üşümüyordum !..

sağa sola baktıktan sonra oturdum sandalyeye güneş tam karşımda sevindim desem yeri. o aydınlığa vurdum kafayı mermerin üzerinde neredeyse bir saat kafamı hiç kaldırmadan yattım. uyudum mu bilemiyorum. sokağın sesleri kulağımdaydı kalkıp eve girdiğimde. içim ışımış.